Yaratıcılığa Alan Açmak ve Ortaya Çıkan Şeyi Akışına Bırakmak

Yıllarca bu akışta olma meselesini çözmeye, anlamaya çalıştım. Spontane bir şekilde, içimden geldiği gibi üretim yapmam gerektiğini biliyordum ama nedense o "içimden gelme" hissi bana bir türlü gelmiyordu. En son çocukken olabiliyordu, onu biliyordum. Ama çocukluğuma nasıl döneceğimi çözemiyordum. Arada bir cam bariyer vardı, 15 yaşımın öncesine gidemiyordum.
Bekledim, olmadı. Egzersizler, beyin fırtınaları yaptım, olmadı. Belki tekniğim eksiktir dedim, teknik çalıştım, kursa gittim, olmadı. Bir şekilde, benim analitik ve "ya hep ya hiç" şeklinde çalışan beynim konuya yanlış yerden ulaşmaya çalışıyordu belli ki; hani binaya arka cephesinden ulaşırsın, dibindesindir, ama o duvarda kapı yoktur ya, öyle bir his.
Son birkaç aydır, -bilemiyorum, beyni yapımın nöroçeşitli olduğunu keşfetmemden sonra mıdır nedir- yolu kendim aramak yerine başkalarının haritalarını dikkate alarak hareket ettiğimi fark ettim. Kendi kararlarım, kendi fikirlerim olduğunu sandığım pek çok hamlem aslında ana kaynaktan beslenmiyordu. Ana kaynak neredeydi? "İçimizde!" klişesini yapmak istemezdim ama konu buraya varıyor. Sorun şu ki o içimizdeki kaynağa alan açmak yerine habire başkalarının analitik yaklaşımlarını kendimize dayatınca, o yaklaşımlar bizi hedeften uzaklaştırıyormuş meğer. Çok mu karmaşık oldu? Özetleyeyim: Meğer, eski yaratıcı günlerime dönmeye çalıştığım her yöntemde, kendi kendimi kandırıyormuşum.
Bu kez neyi deniyorum?
Belki de ilk defa, hiçbir kurala bağlı olmadan kendi zihnimdeki suyun akışını dinliyorum. Bakalım, bu su nereden ve nasıl akmak isteyecek? Hani dedim ya, "alan açmak" diye. İşte kilit ifade bu. Diğer sesleri tamamen susturdum, ve kendime özgürce kendimi ifade edebileceğim bu alanı açtım. Bakalım paşa gönlüm ne yapmak isteyecek, kendisini ifade için hangi araçları tercih edecek? Belki bugün yazı yazıyorum, birkaç ay sonra çizim yapacağım. Belki çizimden sıkılacağım, animasyon yapacağım. Belki ondan da sıkılıp en başa, yazmaya ağırlık vereceğim. Bu sırada mitolojiden siyasi tarihe, filolojiden ırk bilimine, illüstrasyondan karikatüre binbir alanda ilgim kabaracak. Bu akan sular, derelere; oradan çağlayanlara, belki de okyanus dalgalarına dönüşecek ve ben bir belirip bir kaybolan bu dalgalarda sörf yapacağım!
İşte bu, yaratıcı süreci akışına bırakma olayı belki de ilk kez denediğim, daha doğrusu daha önceden kendimi, farklı beyin yapımı tanımadığım için sürekli sekteye uğrattığım bir yöntem. Defalarca kez blog açtım aha bunun gibi, kapattım. Neden? Çünkü her bir ilgi alanım için ayrı blog açtım, ilgim azalınca da askıya aldım. Sonra da askıya aldığım için kendimi suçladım. Ardından bu durumu tekrar yaşamamak için sistemler kurmaya, analitik yaklaşıp ilgi alanlarımı gruplara, alt gruplara, alt bloglara vs yerleştirmeye çalıştım. Hiçbirisi tutmadı. Daha da ironik tarafı, yaratıcılığımı iyice baltaladı.
Peki, şimdi neleri farklı yapıyorum?
Öncelikle, değişen tüm ilgi alanlarımı - ve evet, ilgi alanlarımın sürekli değişiyor oluşunu- kabul edip hepsini tek bir yerde, bu dijital bahçede topluyorum. Kaynak benim. Kimisi doğada yürüyüş yapar, güzel bir manzara görüp ilham alır ve onu resmetmek ister. O his bende yok. Benim ilhamım içimden geliyor. Daha doğrusu, dışarıdakilerin bana hissettirdiklerini farklı araçlarla aktarma arzumdan geliyor. Peki nelerden etkileniyorum? İlginç fikirlerden, antropolojiden, filolojiden, spiritüelizmden, tarihten, bazen siyasetten ve toplumsal olaylardan (maalesef), başka sanatçı ve çizerlerden... Bunu kabul ettim artık. Her ilgi alanım birbirini besliyor ve bunun adı, sandığım gibi maymun iştahlılık değil. Aksine, her ilgi alanımın birbiri ile bağlantılı oluşu adeta bir permakültür* bahçesinde olduğu gibi beynimi inanılmaz zengin ve renkli hale getiriyor.
*Bilmeyenler için permakültür bahçesi farkı (görseli internette buldum ama kaynağını hatırlamıyorum):

O zaman dedim ki kendime, yahu ben neden nehirin tersine yüzmeye çalışıyorum? Neden beynimin doğal işleyişiyle savaşıyorum? Kafayı bir konuya mı taktım? Harika! O gazla o konu hakkında üretirim. O dönem sadece o konuya mı taktım? Hakkımda "aha nil gene delirdi, sadece tek şey hakkında yazıp konuşuyor" mu diyorlar? Süper! O zaman o tek konu hakkında yazar, çizer, projeler çıkarırım.
Yahu elimde mis gibi bir silah var, güç var, araç var, artık adına ne derseniz... Ben yıllarca o güçten utanmış, çekinmişim. Peki, bu korku kendimi öz benliğimden uzaklaştırmak, kendimi suçlu hissettirmek dışında neyime yaramış? Üstelik yaratma, üretme ihtiyacımı da baskılamış, becerilerimi köreltmiş, beni günlük dopamin tuzaklarına açık ve bağımlı hale getirmiş... O zaman bu korku, cidden bana ne fayda sağlamış?
Mesela hep tersten gittim, "sonuca göre sanatçı" diyebileceğim kriterleri seçip kendime dayattım. "İyi sanatçı, anatomi bilir, çok süper insan çizer" gibi bir şeyi aklıma kazıdım ve çok iyi insan çizememenin, daha doğrusu çizimde kötü olmanın benim gerçek bir sanatçı olmadığımın en sağlam kanıtı olduğunu düşündüm. Sonra kursa gittim, evde anatomi ve çizim teknikleri çalıştım. İyi oldu, geliştim, eyvallah ama benim üretememe sorunum hala çözülmemişti! Çünkü, teknik sadece bir araçtı; yaratma ve üretme isteği olmadan bu araç hiçbir işe yaramıyordu.
Yaratma ve üretme isteği ise tamamen ona alan açmamla ilgili bir durumdu. İşte tam olarak bunu keşfettim. Bir şey mi yazmak istiyorsun? Boktan olmasından korkma ve bu isteğine "alan aç". Resim mi yapacaksın? Herkes mükemmel insan çizmeye çalışırken sen kendine anatomik olarak boktan ama fikren müthiş o resmi yapma izni ver. Her gün kötü bir sanatsal üretimde bulun. Bunu "make bad art" diye tanımlıyorlar ve bu adeta duyduğum günden beri mottom oldu.
Kendimize "kötü sanat yapma izni" vermemiz lazım. O enerjiye alan açmamız lazım. Yoksa kaynağın büyümesine ve çağlayarak akmasına izin veremeyiz; akış olmazsa da ilgi alanlarımızı sörf tahtası yapıp üzerinde çılgınca eğlenemeyiz.
Eyyorlamam bu kadar.
Yaratıcı kalın, esen kalın.