Kim Bu Diktatörlüğe Sesini Çıkarmayanlar?

Başlamadan önce not: Şu anda enerji akışım Türkiye gündeminde. Evet, hiç olmasını beklemediğim yerde. Tam da Almanca çalışmak için çok güzel hazırlanmıştım ve çok motiveydim, ama işte, nöroçeşitli beyin böyle bir şey... Ne yapalım, ben de eskiden olduğu gibi direnmek ya da kendimi suçlu hissetmek yerine dalgaya binip sörf yapacağım. Bunu bitirdikten sonra zaten biliyorum ki sıkılıp gündelik görevlerime dönerim. Ama şu anda bunu bırakıp çalışayım diye kendimi zorlarsam, biliyorum ki kafamı veremeyeceğim ve zamanım boşa gidecek - üstelik yaratıcı bir üretim de yapamamış olacağım.
Neyse efendim, artık konumuza girelim.
Şu anda ülke gündeminde, "haksızlığa, hukuksuzluğa sesini bugün çıkartmıyorsan ne zaman çıkaracaksın" tepkisi var. Giderek daha fazla insan ses çıkarmaya çağırılıyor, ama bir yandan, örneğin etki güçleri büyük olan ünlülerin neden bu kadar korkak veya apolitik davrandığı da anlaşılamıyor. Ben bunun olası sebepleri üzerine düşünürken (ciyaklayan oğullarıma rağmen soğan doğramaya çalışıyordum, öyle akademik bir çalışma ortamı hayal etmeyin), bir de baktım ki olay aslında bir matris. Gelir seviyesi ve eğitim seviyesi üzerinden bakıldığında, her grup otomatik olarak cukkadanak yerine oturuyor. Tabii Nilitan modunda geçmiş Nil durdurulabilir mi, geçtim bilgisayarın başına...
Ortaya şöyle bir çalışma çıktı. (X'te paylaştım ama kitlem yok, pek gören olmadı tabii.)

Sonra, hızımı alamadım ve bu matrise bir açıklama yaptım:

Gördüğünüz gibi, "kim kimi zayıf noktasından yakalarsa, o onu..." diyecektim ama sonra küfürlü yazmayayım dedim. "Kör tuttuğunu s..." deyimimizde olduğu gibi boşlukları siz doldurunuz.
Bu tabloda yakalanması gereken kilit nokta, pudra şekercilerin ne kadar stratejik oynadığını görebilmekte:
- "Tavşan B*ku" takımını, egolarından yakalıyorlar: Eğitimli ve paralı kesim olan patronlar, ünlüler, yani ülkenin kalbur üstü takımı, egosu en yüksek, imajlarına en çok önem veren takım. Dolayısıyla otokratik rejimin esas destekçisi olan yandaşlar, pudra şekerciler, artık adına ne derseniz, bu takımın zayıf noktasını çok iyi biliyor ve ona oynuyor: İmajlarını sarsabilecek her türlü malzeme ellerinde. Kimin nerede kumar borcu var, kim kimden uyuşturucu satın alıyor, kimin pornosu var, hepsini biliyorlar. O nedenle, "tavşan boku" olmayı seçiyor ve kimseye akmıyor, kokmuyor, bulaşmıyorlar. Ha bu takımın tehdite ihtiyacı olmayan bir alt grubu da var; onlar zaten hayaller aleminde, kendi küçük fanuslarında yaşayan tatlısu canlıları. Politik yorum yapmamayı, "demokratik hak" olarak tanımlıyorlar ama esas korktukları şey seyirci kitlelerinin bölünmesi ve dolayısıyla azalması. Ne kadar jenerik olursanız, o kadar çok büyük seyirci kitleniz olur çünkü. İŞTE BU YÜZDEN O ÇOK SEVDİĞİNİZ ŞARKICI ÇIKIP BİR ŞEY DEMİYOR.
- "Güce Tapanlar" takımını, din ve geleneksellikle yakalıyorlar: Camiilerde pozlar, altın varaklı Arap süslemeleri içeren görsel imaj, Arap liderlere sempati, türban üzerinden siyaset... Bunların hepsi, AKP'nin yükseliş ve duraklama dönemlerinde halkın tabanından destek bulma çalışmalarıydı ve çok işe yaradı. Ama dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, artık eskisi kadar CHP zihniyeti yüzünden din elden giddiyeaah türevi söylemlere rastlamıyoruz. Aynı şekilde, muhalefet de eskisi kadar AKP yüzünden şeriat mı gelecek korkusu üzerinde durmuyor. Bunun nedeni, ilk zamanlar oy ve destek toplatan bu hareketlerin artık malzemesinin tükenmiş olması ve toplumda karşılığının, kanıtının görülememesi. İyi haber, ne kadar tarikatleri güçlendirseler de Türklerin hamurunda radikalleşme malzemesi yeterli miktarda bulunamadı ve oluşturulamadı. Yurt içindeki din söylemi pili bittiği için de, bu sefer yurt dışındaki olaylardan dini hassasiyet malzemesi çıkarmaya başladılar. İsrail-Filistin olayları (hepimiz üzülüyoruz, keşke masum insanlar ölmese hiçbir yerde), maalesef artık iktidarın yeni din ve geleneksellik malzemesi haline geldi. Şu anda bu grubu avuçlarında tuttukları tek şey, "şuna tepki göstermeyi biliyosun ama Filistin'de katledilen din kardeşlerimizi savunmuyosun" argümanı. Dikkat edin, sosyal medyada muhalif olarak ne derseniz deyin, kel alaka bir konuda bile hemen Filistin bayrakları asılıyor, oradan bir tartışma nesnesi bulunuyor. Cidden, ne alaka???
- "Emir Kulu" kitlesini, korku unsuru üzerinden yakalıyorlar: Bu grup, neyin ne olduğunun gayet farkında ama hemen üstündeki "paralı" versiyonları gibi söz sahibi değil. Maalesef, evinin kirasını, çocuğunun okulunu düşünmek zorunda (Evet, çocuğu özele gidenler de fakir grubuna giriyor. Patron değilseniz.). Endişeleri büyük ve farkındalıkları yüksek olduğu için ses çıkarırlarsa başlarına gelebilecekleri de biliyorlar. Sizce eylemci çocuklar hapisteyken, 90lı yıllarda dehşet saçan Hizbullah terör örgütünün üyelerini affedip sokağa salmış olması bir tesadüf mü? Hayır... İşte bunlar, korku salma yöntemleri. "Sen ayaklanırsan, çocuğuna evde otur, eyleme gitme diye baskı yapmazsan, o çok korktuğun cihatçıları sokağa salarım"ın bir başka dilde söylenişi. Sadece terör ile değil, maddi ve manevi unsurlarla da korku salıyorlar. Örneğin, kişinin patronu veya patronun iş aldığı diğer şirketler yandaş. Ne yapacak çalışan? Nasıl sesini çıkartsın? Sesini çıkarırsa işinden olacak... İşte tam buradan yakalıyorlar bu kitleyi. (Dipnot: Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nin neden bu kadar cesaretlendirici bir dilde yazıldığını da oturup düşünelim... Birileri strateji biliyormuş, değil mi?)
Şimdi geçelim, "neyin işe yaramadığına" hatta, diğer tarafı daha da güçlendirdiğine:

Bu tabloyu açıklamayacağım. Gayet net oldu bence.
Son tablo, "peki, o zaman ne yapacağız" sorusuna cevap. Çok mu basit? Evet! İşte bu kadar basit... Basit olmayan tek şey organize hareket etmektir, ki bu da bir zahmet muhalefetin görevi olsun.

Bitirmeden önce Tavşan Boku grubuyla ilgili bir şey söylemek istiyorum: Biliyorum, onların kitleleri etkileme güçleri fazla olduğu için "yahu bir zahmet artık cepheye katıl, adam lazım!" diye çağırıyoruz. Umursamadıklarında da sinirleniyoruz. Ama onlara her çağrıda bulunduğumuzda ilgiyi onlara çekmiş oluyoruz. Bu da marka bilinirliklerini artırmak demek, ki egosu yüksek takımın tam da istediği şey bu. "Ben aykırıyım, sizin gibi saf değilim, çok akıllıyım, işime gücüme bakıyorum" havalarını katlamış olmakla kalmıyorsunuz, bir de üstüne olaylar bittiğinde sahneye daha çok seyirciyle çıkabilmeleri için zemin hazırlıyorsunuz. İlgilenmeyin. Yok sayın. Bloklayın. Takibi bırakın. Hatta diktatörlük rejimi düşüp demokratik bir formata geçildiğinde bile bu yok saymayı devam ettirin. Üzülmeyin, affetmeyin. Haksızlığa, hukuksuzluğa sesini çıkartmayan insandan gelecekte de hayır gelmez.
Ha bir de, Güce Tapanlar grubu küçüktür ama sinir bozar, hiç o güzel enerjinizi harcamayın. Bunları da yok sayın. (Küçük bir sır: Sosyal medyada çok sayıda hesap tarafından engellenmiş olmak görünürlüğü ciddi oranda düşürüyor.)
Gördünüz mü? Boykot sadece AKP'lilere yönelik değil, herkese lazım :)
Eyyorlamam bu kadar, haydi esenlikler!