Diktatörlüklerin Yükseliş, Duraklama ve Devrilme Süreçleri: Bugün Neden Susmanın ve Korkmanın Sırası Değildir?

4 Çeşit diktatörlük vardır:

  1. Parti Diktatörlüğü
  2. Askeri Diktatörlük
  3. Monarşik Diktatörlük
  4. Lider Diktatörlüğü

Biz, dördüncü tip olan lider tipi diktatörlüğe, diğer adıyla "karizmatik lider tipi" olana değineceğiz. Zira diktatörlük denildiğinde akla gelen en net imaj (ve tabii bizim de başımıza gelen) bu tipte. 

Siyasi tarihi incelediğimizde, neredeyse tüm "karizmatik" diktatörlerin yükselişinde ve çöküşünde benzer örüntüler olduğunu görüyoruz. 

En başında, demokrasiyi bir araç olarak kullanırlar. Yani çoğu diktatör, başa geçerken halkın desteğini alır. Maalesef, gelişmemiş/hazır olmayan ülkelerde demokrasi denemenin tehlikesi bu...

Sırasıyla (yaklaşık olarak sırasıyla);
halkın ve elitlerin desteğini,
medyayı,
yasa yapma gücünü,
hukuk sistemini, 
orduyu (genellikle kendilerini darbe ile devirmek isteyen, "eski bir dostun nankörlüğü"ne müdahale şeklinde -popüler bir tatktik-), ele geçirir. Bkz. izleyin: https://www.youtube.com/watch?v=20IVIG1NBIc 

Yasama, yürütme ve yargıyı tek elinde toplamayı başardıktan sonra güç sarhoşu olur. Güç sarhoşluğu, paranoyayı beraberinde getirir.
Korkusundan en yakınındakileri kolayca harcamaya, değiştirmeye başlar. 
Bu kıyımdan uzak durmayı seçen akıllı elit kesimin yerini kriminal elitler alır.
Kriminal elitler, tamamen egosu tarafından yönetilen diktatörü kukla gibi oynatırlar, gerçekleri göstermezler, egosunu okşayıp istediklerini almaya devam ederler.
Bir süre sonra piyasada güven, kasada para kalmadığı için ekonomi bozulur. 
Ve sürpriz: Diktatör, hiç beklemediği bir anda aniden devrilir. 

Biraz daha detaya inerek anlatmaya çalışayım şimdi;

  1. Demokrasiyi kullanarak başa gelirler demiştik. Popülist, (sözde) yenilikçi, liberal söylemlerle ülkenin hem elit kesiminin ve tabanın desteğini toplarlar. Bu desteğe şüpheli bakanları gericilikle, değişime direnmekle suçlarlar. Genellikle bu suçlama ve etiketleme, halkın belirli bir bölümünü "günah keçisi ilan etme" şeklinde gerçekleşir. Şaşırılacak şekilde, tarihte tanıdığımız en ünlü diktatörler (Bkz. Hitler bile) halkın oylarıyla başa gelmiştir; hemen hepsinde de bir günah keçisi kesim ve üstün kesim ayrımı vardır (Ari Alman ırkına karşı melezler, yahudiler vs. savı) Yeni rejimin lideri, karşıt görüşlülere sürekli isim takarak onları ötekileştirirken oy kaybetme kaygısı taşımaz; zira ne kadar çok saldırırsa, kendi kitlesinin coşkusu o kadar artmaktadır ve kaybeden, etiketlenen tarafta gözükmek istemeyenler de (örneğin ünlüler) imajlarını korumak için iktidar yandaşlığına kayar. 
  2. Başlangıçta, maddi gücü elinde tutan iş dünyasına, yani söz sahibi elit kesime verdikleri güven ve gazla, yenilikçi ekonomi politikalarıyla ekonomi şahlanır. Eğer yeni iktidar liberal ekonomi görüşündeyse, yani sosyalist değilse, ülkenin doğal kaynakları, devlete ait demirbaş diyebileceğimiz enerji, iletişim gibi alt yapı sistemleri birbir "özelleştirme" adı altında satılır, bunlar da devletin kasasında geçici bir şişkinliğe yol açar. 
  3. Bu ekonomik şahlanış, halka da "bak o kadar laf ettiler ama ben doğru seçimi yapmışım" hissi vererek lidere duyulan güveni perçinler. Düne kadar alt tabaka hisseden, özgüveni düşük kesimler ilk defa kendilerini haklı ve güçlü hissettiren bu lidere büyük bir minnet duyarlar. Onunla kendilerini özdeşleştirmeye, onun lüks yaşamını kendilerine ait gibi hissetmeye başlarlar. Kendi arabaları aynı kalsa da, kökeni, eğitim seviyesi, espri anlayışı, dini hassasiyetleri vb. kendilerine benzeyen bu güçlü adamın limuzine binmesi onları çok gururlandırır. 
  4. Halkın güçlü hissetme arzusu, her seçimde "ya giderse ve ben yine beni savunan böyle büyük adam olmadan, tek başıma kalırsam" korkusuyla daha da körüklenir. Zaten elit kesimin elinde olan medyanın da gücüyle propogandalar artar, bu arzuya sahip olmayan diğerleri ise ötekileştirilir. 
  5. Elit kesim, birkaç seçim daha kazanmış olan ve yerini garantilemiş olan karizmatik liderin etrafında pervane olur. Çünkü, gelir akışını lider ve çevresi idare etmektedir; işlerinin güvencesi lidere bağlıdır. Deyim yerindeyse, musluğun kontrolü tek yerdedir ve elit kesim, bu saatten sonra fikirlerine katılmasa bile lideri desteklemek zorundadır. Karizmatik lider de bu para akışından nasiplenir, kendisine ve ailesine sonsuz imtiyazlar tanımaya başlar, servetini büyütür. 
  6. Karizmatik lider, güç sarhoşluğu aşamasına girer. İşte, yükselişin bittiği ve duraklamanın başladığı aşama budur. Bu noktadan sonra, lider paranoyaklaşmaya da başlar; "ben bu kadar güçlüysem, elbet benim gücümü devralmak isteyenler vardır" der, ve en yakınındakiler dahil tüm çatlak sesleri susturmaya başlar. Hiçbir şekilde eleştiri kabul etmez. Gömlek değiştirir gibi kabine ve danışman değiştirme dönemine girilmiştir (kimi diktatörler, tehdit olarak gördüğü en yakınındakileri direkt öldürür.) Bu aşamada medya neredeyse tamamen ele geçirilmiştir ve yandaş şirketler tarafından tehlikeli görülen şirketlere çeşitli suçlamaları bahane ederek "çökülmesi" gibi olaylar başlar. Bu aşamada (bazı durumlarda daha öncesinde) hala ele geçirilmediyse, ordu da bir operasyonla susturulur ve diktatöre karşı darbe olasılığı bertaraf edilir. Böylece artık, asker de yargı da tek adama bağlıdır. 
  7. Liderin etrafındaki elit ve danışmanlar, bu kıyımın bir gün kendilerine de geleceğinden korktukları için (ve tüm güç tek adamda toplandığı için) yağcılıktan başka bir şey yapmaz hale gelirler. Liderin görmek istemediği, kızacağı şeyleri ona göstermezler, eleştirmezler, daima liderin egosunu okşayacak seçimler yaparlar. Buna "diktatörün çıkmazı" diyorlar, çünkü danışmanlar başlarına bir şey geleceğinden korktukları için sadece diktatörün "duymak istediği" şeyleri söylerler, diktatör de kendisine eksik veya yanlış bilgi verildiğinin farkında olduğu için kimsenin sözüne güvenemez. Doğal olarak, aklı selim iş çevresi ortamdan uzaklaşır; artık, liderin çevresinde sadece kriminal tipler, çeteler, aç gözlü ve yüzsüz karakterler kalmıştır. Bu kriminal tipler istedikleri suçu işleyebilme özgürlüğüne ihtiyaç duydukları için, yargıyı yöneten liderle adeta birlikte hareket ederler. 
  8. Diktatör, bu aşamada artık tamamen bir kukla halindedir. Herkes ondan korkuyor gibi gözükse de esas korkan kendisidir çünkü paranoyaları iyice artmıştır. Bu onu daha agresif hale getirir. İsyan edenlere karşı daha gözü kara hareket etmeye başlar, ülkede hala -sözde bile olsa- demokrasi varsa rakiplerini saf dışı etmek için doğrudan hamle yapar; örneğin muhalif partileri keyfi olarak kapatır, liderlerini hapse attırır veya suikastle öldürtür. Ayrıca, gerçek bilgiye ulaşmasına asla izin verilmediği için bir tür hayal dünyasında yaşamaktadır ve bu hayal dünyasında egosu kontrolden çıkmıştır; narsisizmin en üst aşamasındadır. Bu aşamaya ulaşmış bir liderin psikozda olduğunu söylemek yanlış olmaz; kimi liderler kendilerini peygamber, seçilmiş kişi, ülkeyi kurtaran kahraman vs. olarak görmeye başlarlar (bkz. Kaddafi'nin süs olarak taktığı ama hiçbir gerçekliğe dayanmayan madalyaları). 
  9. Kriminal tipler tarafından yönetilen ülkede kleptokrasi çığırından çıkmıştır. O derece ki, kurulan sistem kendini yiyen bir yılan gibidir. Ekonomik olarak ülkeye fayda sağlayacak işler yapılamadığı ve akıllıca değil, günlük ve kişisel kararlar alındığı için ekonomik güven ortamı sarsılmıştır. Ekonominin bu kadar kötüye gittiği bir ortamda, elitler de işlerinin iyiye gitmemesinden rahatsızdır. Halk fakirleştikçe fakirleşir, buna sesini çıkaranlar da  giderek daha agresif şekilde bastırılır ve ötekileştirilir. Bu son aşama, halkın korku yoluyla bastırılmasının en fazla yaşandığı aşamadır. Masum insanlar, aydınlar, zekasıyla ekonomiye ve aydınlanmaya olumlu yön verebilecek herkes sırf muhalif oldukları için hapistedir; buna karşılık terör örgütleri, kriminal tipler affedilir, hapistekiler sokağa salınır, terör örgütleriyle bile masaya oturulur. 

Genellikle, diktatörlüklerin çöküşü bu 9. aşamadan sonra aniden, hiç beklenmedik şekilde gelir derler (9 ne acayip sayı, değil mi?). Aslında onlarca yıldır çöküşün alt yapısı oluşmaktadır; ülkenin kolonları içeriden çürümüştür, ama dışarıdan gözükmez.

Çöküşün de çeşitleri vardır, her lider aynı şekilde gitmez;

  1. Emekliye ayrılarak, daha barışçıl şekilde gitmek:
    Bu çok nadir, çünkü diktatör, işlediği suçların onun yakasını bırakmayacağını biliyor ve bu yola (kendisine binbir hayalle yazlık saray yaptırmış olsa da) bir türlü adım atamıyor. Emekliliğini sürekli ertelemek zorunda. Ha yapan var mı, var. Onlar da devlet işleriyle uzaktan ilgili gözükmeye, bir tür "yüce danışman" gibi davranmaya devam edebiliyorlar. 

  2. Doğal yollarla ölüm:
    Diktatörlükleri bitene kadar yaşayabiliyorlar. Bu da onyıllar alıyor...

  3. Suikast ile ölüm:
    Genellikle sonrasında ülke içi karışıklık geliyor. Öldürülen liderin halkın diğer kesimi nezdinde tekrar "kahramanlaşması"na yol açabilen, hatta zaten koltuğa yakın duran kriminal tiplerden birinin boşalan koltuğa hızla oturmasına fırsat verebilecek çok tehlikeli bir durum.

  4. Ayaklanma sonrası halkın gücü eline geçirip diktatörü devirmesi:
    Ayaklanmaya cesaret veren şey, başka bir karizmatik liderin ortaya çıkışı veya bardağı taşıran son damla diyebileceğimiz rastgele bir olay olabiliyor. Bazı ayaklanmalar kanlı, bazıları ise barışçıl yollarla yaşanıyor. Ayaklanmanın sonunda, ülke iki yoldan birine yöneliyor; ya yeni bir otokratik rejime, örneğin askeri cuntaya geçiliyor, ya da demokrasiye dönülüyor. Demokrasiye geçilirse, kişi adil şekilde yargılanıyor ve en fazla hapis veya sürgün (en yaygını sürgün hatta) cezası veriliyor. Ancak otokratik rejime geçilirse, diktatörün sonu idam cezası veya karşıt görüşlülerin o karmaşada diktatörü yakalayıp infaz etmesi gibi kanlı bitiyor.

Son yıllarda dünya genelinde ne yazık ki otokratik rejimler güçlenişte. İletişim araçlarının bu denli yaygın kullanıldığı bir çağda insanların birbirlerini daha iyi anlamalarını beklerdik, demokrasilerin daha kaliteli hale gelmesini umardık, öyle değil mi? 

Neyse, bu da başka bir konunun başlığı olsun...

Peki, neden bu yazının başlığı böyle? Neden şimdi susmanın ve korkmanın sırası değil? Buraya kadar okumuş olanlar anladı, ama haydi, bir kez daha vurgulayalım ve okuyacak hali olmayanlar için özetleyeyim:

Türkiye'deki otokratik rejim şu anda 9. aşamada. Halk, bölüm sonu canavarıyla -gerçek anlamda- savaşmaya henüz yeni başladı ve canavarın zayıf noktasını (muhalif kesimden yandaş şirketlere para akışı) buldu. Kendi gizli silahını da (tüketim gücünün muhalif kesimde toplanmış olması) keşfetti. Bu noktadan sonra ayılan halkın durdurulması pek mümkün değil. Bunu ben uydurmuyorum, kişisel fikrim değil; tarih ve istatistikler bize bunu söylüyor. Otokratik rejimin çöküş süreci kaçınılmaz olarak beklendiğinden çok daha hızlı ve hatta zamanla hızlanarak gerçekleşecek. Bütün bunlar olurken, otokrasi yanlılarının silahı korku salmak olduğu için onlar da korkuyu artıracak hamleler yapacaklardır. Bu hamlelere psikolojik olarak hazırlıklı olmak, halka daha fazla cesaret vermek ve düşen askerleri yerden hızlıca toplayıp kahraman ilan etmek lazım. 

Kısacası artık, halka karşı "otokrasiden fayda sağlayan yandaş elitler" savaşının içindeyiz. Umarım daha çok insanın canı yanmadan bu iş biter diyorum, ama susmanın, savaş meydanına inip bir omuz vermemenin de süreci daha beter yavaşlatacağını ve uzatacağını bilmek gerekiyor. Bu aşama, artık "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" aşaması değil, o dönem bitti. Şimdi, savaştan kaçanların korkak olarak etiketleneceği ve rejim devrildikten sonra vebalini ödeyeceği aşamadayız. 

Paylaşmak isterseniz, bunun bir de özet sosyal medya görsellerini hazırladım. Elden ele yayabilirsiniz, kaynak göstermek zorunda değilsiniz. (Tıklayınca büyük hali açılıyor, oradan alın):

Game of Throne's da Cercei Lennister'ın dediği gibi: When you play the game of thrones, you win or you die. There is no middle ground." ("Taht oyununu oynadığın zaman ya kazanır ya ölürsün, tarafsızlık diye bir şey yoktur.") 

Gelişmiş sosyo-ekonomik düzeyli bir ülkede, demokratik, yasama-yürütme-yargı'nın birbirinden ayrı olduğu bir ülkede güne uyanmanızı dilerim. 

Okuduğunuz için teşekkürler!

This article was updated on Nisan 1, 2025

Nil Yalçınkaya

1986 İstanbul doğumlu, ama İstanbul ile alakası yok. Marmaris'te büyümüş.

2008 yılında Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim ve Tasarım Bölümünden mezun olmuş.

2011 yılında evlenmiş. İki de oğlan doğurmuş. 

Daima bir şeylere aşırı kafayı taktığı dönemlerle yaşayan, aynı anda tek şeye ve derinlemesine odaklanıp detaylarda kaybolan; planları, rutinleri, odak noktası değiştirildiğinde müthiş strese giren; duyuları, duyguları hassas ve değer yargıları çok net olan, yalnız kalmaya ve tek çalışmaya hava ve su gibi ihtiyaç duyan. 

Bu yazılan özelliklerin sebebinin otizm spektrumunda (Seviye 1, eski adıyla Asperger) olmasından kaynaklandığını orta yaşlarında fark etmiş.

Özetle herkes gibi bir cins, ama kendi cinsleriyle anlaşabilen bir insan.