Bir Gelecek Hayal Edebilmek...

"I have a dream" demiş Martin Luther King Jr., 1963'te. Hayal kurmak, geleceği inşa etmenin ilk ve en büyük adımı. Atatürk'ün, daha kurtuluş savaşı sürerken silah arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde, onlara yazdığı mektuplarda, kurmayı planladıkları cumhuriyetin en ince detaylarını bile düşündüğünü görüyoruz. Hayal kurma eylemi olmadan, bugün sizi sömüren elitlere, diktatörlere, otoriter rejimlere karşı yaptığınız direnişin alt yapısı boş, bağlantıları güçsüz, geleceği sisli olacaktır. Kitleleri bir an önce elle tutulur bir şeyler yapmaya yönlendirecek olan tek şey, bugünden hayal kurmaya başlamaktır. 

Ne yazık ki, yıllardır yoğun geçen gündem içerisinde adeta gölgemizle bile kavga eder hale geldiğimiz için hayal kurmanın önemini unuttuk, belki de elimizden en önemli şey olan umudu almaya çalışan özel bir psikolojik savaşın kurbanı olduk.

Bu kafa yapısından çıkmanın yolu ne, yine hayal kurmak!

Bir önceki yazımda bir girizgah yaptım ama çok plansız programsızdı. Şimdi biraz daha güzel, detaylı ve planlı yazmaya çalışacağım. Bunu bir beyin fırtınası olarak görün lütfen ve siz de fikirlerinizi paylaşın.

Bu benim hayalimdir: 

Öncelikle şunu söylemeliyim, hiçkimsenin veya hiçbir küçük grubun haddinden fazla güç toplamasına izin verilmemesi gerekiyor. Güç orantısızlaştıkça sömürü kaçınılmaz hale gelir, sömürüyü meşru kılmak için de cehalete ve yozlaşmaya prim verilir. Şirketlerin, günümüz bankacılık sistemi ile el ele vererek nasıl aşırı güçlendiği, insanlar ve doğa üzerinde nasıl gereksiz yere hegemonya kurduğunu Uyanma Saati videolarında 2012 yılında anlatmıştım: https://www.youtube.com/c/uyanmasaati 

İlk video şuydu:

 

Temeli oturttuysanız, başlayalım:

1. Gücün tek elde toplandığı, tek amacı büyüme olan ve hem işçilerin hem doğanın sömürüsüne dayalı şirketler (corportation) yerine, çalışanların şirketin sahibi olduğu kooperatiflerin ağırlıkta olduğu bir ekonomi modeli. 

Bkz: 

2. Tekelcilik, tek adamcılık, partizanlık, ötekileştirme ve ayrıştırma yerine çeşitliliğe, eşitliğe, paylaşımcılığa ve bireysel özgürlüğe önem veren bir toplum.

3. Komünizm, devletçilik, kapalı ekonomi gibi sistemlerin hantallığı ile neo-kapitalist sistemin aç gözlülüğü arasında bir denge kurmak. Bunun için, liberal ekonomi ile birinci maddede bahsettiğim kooperatifçiliği birleştirecek, tüm dünyaya model olabilecek yepyeni bir ekonomik bakış açısı tasarlamak: Serbest piyasada işçiler tarafından yönetilen kurumlar, büyüme ve ele geçirme amacı üzerinden değil, daha kaliteli ürün üretmek, daha sürdürülebilir teknolojiler geliştirmek, toplum ve çevre için daha iyi olanı başarmak üzerinden rekabet etmeliler. 

4. İkinci maddenin destekleyicisi unsur olarak, dini inançların ve inançsız kalmayı seçmenin siyasi malzeme yapılmasına izin verilmeyen, laik hukuk ve devlet düzeni. 

5. Hukuk demişken, ülkedeki en güçlü kurumun mahkemeler olduğunu ve adil yargılamanın toplum düzeninin, ekonominin temeli olduğu anlayışını oturtmak. Hiçkimsenin, mahkemeleri satın alamayacağı bir sistem inşa etmek.

6. Bir gün borç para üretmekten başka işe yaramayan, boş yere sadece finansal büyümeyi tetikleyen bu bankacılık sisteminin çökmesi hayaliyle yaşıyorum; ama o zamana kadar mecburen var olan sistem içerisinde bir çözüm bulmamız gerekecek. Ayrıca illa ki parayı veya ona benzer bir şeyi değer değiş tokuşu yapma amacıyla kullanmamız gerekecektir, zira pratik olduğunu kabul etmek lazım. O zaman kötünün iyisi olarak bankacılıkta da kooperatif bankaların yaygınlaşması en makul çözüm olabilir. En azından Hitler zamanında yaşandığı gibi, bankaların yeni diktatörleri finanse etmesi türünden riskler yolun başından bertaraf edilmiş/zorlaştırılmış olur. 

7. Çevre ve şehircilik, adeta kutsal bir konu başlığıdır. Hayalimdeki dünyada, içinde bulunduğumuz koşullara göre, hem insanların hem doğanın iyiliği için tasarımlar yapılır. Bugün sadece şirketlerin söz söyleyebildiği, parayı bastıranın istediği araziyi alıp bina yapabildiği sistem bitmiş, yerine toprağa, ekonomik üretime, insan sağlığı ve psikolojisine, rüzgarın yönüne, fay hattına göre tasarlanmış, nefes alan şehirler; arabaları değil insanları önceliklendiren yollar, ulaşım alternatifleri, sokaklar ve yaşam alanları tasarlanır.

8. Eğitim konusu, köy enstitülerinin çağdaş versiyonlarıyla insan topluluklarının en küçük birimine ulaşabilir şekilde aşağıdan yukarıya tasarlanır, yukarıdan aşağıya dikte emte şeklinde müfredat belirlenmez. Çocuklar, yaşamın ilk yıllarından itibaren kendilerine bakmayı, topluluklarına faydalı olmayı başarmaları için gerçek becerilerle donatılır. Ahlaki düşünce, felsefe, yaratıcılık gibi konulara ek olarak el emeği becerileri öne çıkar; bu becerilerin geliştirilmesi matematik ve dil becerilerinden daha önemsiz görülmez. 

9. Polis yurt içinde halkın can güvenliğini korur, ordu yurt dışından gelebilecek tehlikelere karşı halkın can güvenliğini korur. Bu kadar basit. Her iki birim de halkın yaşayış biçimine karışamaz. Koruyucu güçlerde görev alan kişiler yüksek ahlaki becerilerle donatılmadan asla bu göreve getirilemez. Koruyucu güçlerin başkaları tarafından kiralanabilir ve ele geçirilebilir olması düşünülemez, bu yola giren veya girmeye olumlu bakan kişiler rütbesine bakılmaksızın birlikten atılır. 

---

Peki nasıl olacak bu? Yol haritası...

1. Otokrasiden kurtulmak:

Bu bir savaş. Yumuşatmaya hiç gerek yok. Elitler, ellerindeki para ve gücü kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazırlar. Bu nedenle, bizim de savaşın her bir cephesinde yerimizi belirlememiz ve ona göre güçlerimizi birleştirmemiz gerekiyor. 

  • Propoganda Cehpesinde Savunmadan Atağa Geçmek: Otokrasi ve demokrasi arasındaki farkı insanlara anlatmak. Tekelciliğe giden yol ve kooperatif farkını açıklamak gibi çalışmalar yapmak. Halkın kafasından sağ-dindarlık ikilisinin anlamsızlığını silmek gerekiyor. Sağın aslında güce biat etmekten ibaret olduğunu, güç isteyenlerin de bunun için dini duyguları kullandığını kavramaları gerek bu insanların. İnsanlara, "bak, bu dizgin. Dizgin sana bağlı, ucunu da bu adamlar tutuyor."u göstermek lazım. Aynı şekilde, insanların ellerindeki gücün farkına varmaları ve bununla neler yapabileceklerini, demokratik haklarının neler olduğunu anlatmak gerek. En basit araçlarla; yani animasyonlar, görseller, sosyal medya içerikleri ve konuşmalarla adeta çıkarma yapmak gerekiyor. Trol orduları varsa, bilinç oluşturma orduları da kurulmalı. Sosyal medyada dağınık şekilde içerik üreten pek çok kişi, birbirlerini destekleyerek ve ağız birliği yaparak mesajların daha çok insana görünmesini sağlamalı, birlikte oturup daha fazla fikir geliştirmeli, örgütlenmelidir. Sanatçılara, tasarımcılara, içerik üreticilerine, yönetmenlere, metin ve senaryo yazarlarına, ÇOK ihtiyacımız var. Yalan haberlerin yayıldığı iletişim kanallarında algoritmayı kendi tarafımıza çekmek ve onların yolunu kesmek için cvp vermemek, ekran görüntüsü alıp kanıt olarak bir kenara kaydetmek ve bloklamak yeterlidir. Sayılarının çok az olduğunu, tek amaçlarının moral bozmak, suyu bulandırmak ve yıldırmak olduğunu unutmamak gerek. 
  • Örgütlenmek: Bugüne kadar dağınık halde olan halkın, siyasi partiler, dernekler, direniş toplululukları, üniversiteler veya yeni kurulacak çeşitli birlikler altında toplanması gerekiyor. Bu örgütlerin birbirleri arasında iletişimin ve desteğin kesilmemesi için de ayrıca bir yol bulunması ve hepsinin tek ses halinde hareket etmesi gerekiyor. Yani birisi şu gün boykot yapalım derken öbürü başka bir gün boykot yapalım diye ilan paylaşmamalı; uyum sağlanmalı. 
  • Bölünmeye karşı yeni bir yapı önerisi: Halkın farklı kesimlerinin ayrıştırma karşıtı söylemlerle birleştirilmesi lazım. "Bizi bir daha böyle bölemesinler" diyerek farklı kesimler arasındaki ortak nokta ve bağlantılardan oluşan bir iletişim ağı kurulmalı. Bu burada dursun, düşünüyorum hala. Ama Türk tarihinden örneklere bakmak gerekiyor bence; örneğin Alplik kurumu, Ahilik vs gibi birlikler sadece kendilerini değil, birbirlerini besleyen diğer birliklere de arka çıkıyordu. Öyle bir çağdaş versiyonu kurgulanmalı ki bunun, örneğin "Çiftçilere dokunursak onların müttefiki olan gıda kooperatifleri ayağa kalkar, gıda kooperatifleri ayağa kalkarsa o zaman üniversiteler canımıza okur, üniversitelere dokunursak polisi direkt karşımıza almış oluruz..." gibi bir "halka dokunan yanar" sistemi oluşturmak lazım.
  • Arşiv yapmak: Hem suç kanıtları olarak, hem mücadele eden kahramanları unutmamak ve onurlandırmak için. 
  • Gelecek inşası için şimdiden somut projeler üretmek: AKPnin sebep olduğu hasarı onarmak ne yazık ki yıllar alacaktır; özellikle ordu, yargı gibi en temel kalelerimizi çete mensuplarından temizlemek kolay bir süreç olmayacaktır. Ama o sırada, progresif şekilde kendi doğrularımızın gösterdiği yönde harekete geçip geleceğimizi inşa etmeye başlayabiliriz. Atatürk'ün, daha ortada Türkiye diye bir ülke bile yokken ve savaş devam ederken kuruluş sonrası yapılacakların planını silah arkadaşlarıyla paylaştığını ve harekete geçtiğini hatırlayın.
    • Örneğin, daha önce özelleştirilen ve sermayenin elinde toplanan gücün yeniden halkın eline verilmesi için ne yapılabilir, nasıl bir yol izlenebilir, buna karar vermek gibi çok büyük işlerimiz var. Ekonomi öyle bir modele dayanmalı ki, halk kooperatifleri ve kamu kuruluşları özel sektör kuruluşlarından daima daha güçlü olsun ve öyle kalabilsin. Yabancı sermaye için ise Türk işçi çalıştırmanın öyle kolay lokma olamayacağının gösterilmesi önemli. Biz satın almaktan çok satan bir ülke olma yolunda ilerlemeliyiz; o nedenle Türk markalarının yükselişi ve korunması için çok ciddi projeler hazırlanması lazım. 
    • Bir diğer önemli konu da eğitim. Çağdaş köy enstitüleri ve şehirden köye dönüş için projeler tasarlayabiliriz. Zaten eğitim sistemini sil baştan düzenlemek lazım. Bu enstitülerde ne öğretilecek, kaç öğretmen gerekiyor, kaç yerde merkez kurulmalı, bütçesi ne olacak, hepsinin elimizde hazır sayılarının olması için en ince detayına kadar çalışılmalı. Bu tür ilerici projelere taş koyabilecek tarikat ve cemaatlerin nerelerde yoğun ve güçlü faaliyet gösterdiğini, kimlerden oluştuğunu, hangi yalanlara başvurduklarını belgeleyerek neyle karşılaşabileceğimizi önceden bilebiliriz. 

2. Otokrasi sonrası ara dönem:

  • Tıpkı cumhuriyetin ilanından sonraki dönemde tek parti düzeni ile bir süre devam edilmesi gibi, otokrasiye "halk eliyle" bir süre daha devam edilmesi gerekiyor. Bunun nedeni, uzun yıllardır devletin, özel sektörün her alanına yayılan çeteleşme ağının temizlenmesi için daha progresif hareket edilmesi gerekliliği. Şu aşamada her şey henüz sıcakken ve çete mensupları hala güçlü konumlarda oturmaktayken birden demokrasiye geçmek büyük aptallık olacaktır. Çünkü onlar, daha önceden yaptıkları gibi demokrasiyi bir araç olarak kullanıp yine istedikleri konuma geri dönmeyi başaracaklardır. 
  • Bu ara dönem ayrıca en tehlikeli aşamadır, çünkü halk "savaşı kazandık, otokratik lider ve çetesini devirdik" düşüncesiyle rehavete kapılıp bir anda kaleyi boş bırakabilir. Bu boş kaleye, elitist çete üyelerinin verdiği destek sayesinde yabancı bir ülke bile gelip oturabilir; Arap Baharı sonrasında çoğu ülkenin tam olarak demokratikleşmek yerine daha da sömürge haline geldiğini unutmayalım. Bunun olmaması için, otokrasi devrildikten sonra neler yapılacağının net bir stratejisinin olması ve bunun örgütlenmiş halk tarafından iyice bilinmesi gerekiyor. 
  • Bu arada, "hani demokrasi istiyordunuz, parlamenter rejim istiyordunuz, siz de gücü elde edince değiştiniz, hepiniz aynısınız" türevi propogandalara karşı da dikkatli olmak ve halka en başından bunun neden yapıldığını, bunun geçici bir süreç olduğunun anlatılması lazım. 

3. Gerçek, doğrudan demokrasiye geçiş:

  • Ara dönemi sabırla atlatıp temizliği tamamladıktan sonra, yani gerçek suçlular içeri girip masumlar dışarı çıktıktan ve doğru kişilere doğru yetkiler verildikten ve sarsılmaz temeller atıldıktan sonra aşama aşama normalleşmeye geçilir. Demokrasiye geçmeden önce yeni tasarlanan eğitim kurumları da çoktan işlemeye başlamış ve ilk mezunlarını vermiş olmalıdır. En önemlisi de, daha önce özelleştirilen ve sermayenin elinde toplanan gücün yeniden halkın eline verilmiş olması konusu, bununla ilgili birinci aşamada üretilen projeler hayata geçmiş ve yürürlükte olmalı. 
  • Sonrasında, güçler ayrılığı ilkesi, yani yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılması ile son vuruş gerçekleşir. Başkanlık sisteminden başbakanlık sistemine geçilmesi konusunda Türkiye'nin kültürel alt yapısı nedeniyle hala bazı endişelerim var; halka ait yapıları katakulli yöntemlerle özelleştirerek kendi cebini doldurmak isteyen sağ görüşlü toplulukların oluşması, bunların yine din söylemini kullanarak seçimle başa gelmesi ve liderinin diktatörleşme yoluna girmesi konusunda halkın çok bilinçli durması gerekiyor. Yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrılmalı, ama başkan-başbakan-cumhurbaşkanı seçeneklerinin içinde Türkiye'ye uygun bir ara yöntem bulunmalı diye düşünüyorum. 
  • Üstteki konuya ek olarak teknokrasi yanlısı olduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Milletvekili olmanın şartları bugünkünden çok farklı olmalı, herkes uzmanı olduğu konuda temsilci olabilmeli diye düşünüyorum. Öyle bir yeni sistem kurmamız lazım ki dünyaya emsal teşkil etsin. Örnek veriyorum, tarımdan anlamayan bir vekil, nasıl olur da tarım konusunda çıkacak bir yasa tasarısında oy kullanabiliyor? Bu hiç anlamadığım bir mesele yıllardır... O nedenle en temel meslek birlikleri, kooperatifler vs'den oluşan ana konu başlıklarının farklı illerden temsilcilerinin olması gerektiğini düşünüyorum. Bir önceki aşamada kurgulanan yapıların her birinin bir temsilciler grubu olabilir, ardından bu temsilciler fikirlerini diğer birliklere sunarak yasa için onay isteyebilir. Yine tarımdan örnek verecek olursak, tarım birliği daha fazla üretim için tarım ilacı kullanımını artırmak istiyorsa, buna tabipler birliği veya ona benzer halk sağlığıyla ilgilenen birim ile çevre ve şehircilik birimi karşı çıkabilecek veya makul bir miktardaysa onay verebilecektir. Bunun olabilmesi için, alınacak kararların bilimsel olarak yararlı mı zararlı mı olduğuna karar verebilecek bilinç ve deneyime sahip insanların karar alma mercinde oturması gerekiyor.
  • Böyle bir teknokrasi sistemi kurulacak olursa başbakan ne işe yarayacak diyebilirsiniz. İşte ben de buna takılıyorum. Bence mecliste bir moderatör olması ama herhangi bir liderin olmaması, sadece ülkeyi temsil edecek bir "sözcü"nün olması gerektiğini düşünüyorum. Çok mu uçtum? Demiştim ya, hayal bu! Hayal kurmadan gerçek anlamda nasıl bir demokrasi kurulabilir, nasıl karanlıklar aydınlığa çıkabilir ki? Daha iyi bir fikriniz varsa siz de yazın ki geliştirelim. 

 

Ben şu son maddedeki fikre takıldım, onu bir geliştirip yeni bir yazı yazayım en iyisi...

Lütfen siz de düşünün ve aklınızdaki daha iyi olabileceğini düşündüğünüz fikirleri paylaşın.

Esenlikler dilerim!

This article was updated on Nisan 28, 2025

Nil Yalçınkaya

1986 İstanbul doğumlu, ama İstanbul ile alakası yok. Marmaris'te büyümüş.

2008 yılında Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim ve Tasarım Bölümünden mezun olmuş.

2011 yılında evlenmiş. İki de oğlan doğurmuş. 

Daima bir şeylere aşırı kafayı taktığı dönemlerle yaşayan, aynı anda tek şeye ve derinlemesine odaklanıp detaylarda kaybolan; planları, rutinleri, odak noktası değiştirildiğinde müthiş strese giren; duyuları, duyguları hassas ve değer yargıları çok net olan, yalnız kalmaya ve tek çalışmaya hava ve su gibi ihtiyaç duyan. 

Bu yazılan özelliklerin sebebinin otizm spektrumunda (Seviye 1, eski adıyla Asperger) olmasından kaynaklandığını orta yaşlarında fark etmiş.

Özetle herkes gibi bir cins, ama kendi cinsleriyle anlaşabilen bir insan.